SOMUT ZAMAN

Saatler tarihi konusunda kaynaklarda çeşitli bilgiler mevcut, bu yazıda saatin tarihinden ziyade estetiğinden, oda içindeki konumundan ve son olarak işlevinden bahsedeceğiz;

Çevremize bakındığımızda böylesi hızlı akan bir hayatın düzene girebilmesi için neredeyse ihtiyaç haline gelmiş, elimizle tutamadığımız saat kavramı sürekli bir yerlere yetişme zorunluluğumuzun olduğu insan ömrünün en dinamik çağlarında Hızır misali yardımına koşabiliyor. İşin derinine inilmediği takdirde tabii olarak sıradan bir ev eşyası veya aksesuar olarak tanımlanıyor. Maksadımızın derin düşünmek olduğunu varsayarsak bunca aydın insanın, saatten nice metaforlar ürettiği kimi yazarlara esin verdiği tezini doğruluyor. Gelin saatin türlerine kabaca göz atalım;

Güneş saatleri

Güneş saatleri insanlığın yüzyıllar boyunca zamanı ölçmek için kullandığı bir saat çeşidi. Özel olarak hazırlanmış bir milin gölgesinin, bir mermer veya taş zemin üzerindeki hareketine göre zamanın ölçülmesine yardım eder. Bu hareket de Güneş’in görünen hareketine göre gerçekleşir.

Su saatleri

Su saatleri de neredeyse Güneş saatleri kadar eskidir. Tek çanaktan oluşan su saatlerinde çanağın içi su doludur ve altında bir delik vardır. Çanaktan dışarı su boşaldıkça çanağın içindeki işaretler ne kadar zaman geçtiğini gösterir.

Continue Reading

ALIŞILMIŞ MİMARİ

Geleneksel mimari, belirli bir yerdeki toplumun, belirli bir kültürünün tanıdık simgesel biçimlerini kullanan yapı biçimi olarak tanımlanıyor. Bu anlamda geleneksel mimari, toplum düzeyinde kabul edilen ve bir sonraki nesle aktarılan, ortak bir yapılı çevre kültürü olarak özetlenebiliyor. Geleneksel mimari terimi ilk duyulduğunda eski bir zamana ait olan ve belirli kalıpları tekrar eden, sadece belirli bir dönemde geçerli olan bir yapılaşma olarak kavranabiliyor. Ancak tabii ki bu kavram çok daha fazla bilgiyi ve olguyu içinde barındıran, toplumsal ve kültürel düzeyde ilginç sonuçlar veren heyecan verici bir araştırma ve uygulama alanı olarak önem kazanıyor.

Yerel ihtiyaçları, inşaat malzemelerinin bulunabilirliğini ve yerel gelenekleri yansıtan mimari bir stil olmasının yanı sıra sosyo – kültürel öğeleri yansıtan bir olgu olarak geleneksel mimari, pek çok araştırmanın konusu olabiliyor. Bugün geleneksel mimari olgusu, teorik ve pratik olarak mimarlık okullarında ya da mimarlık ofislerinde tartışılan bir konu olsa da, aslında başlangıçta mimarlar ya da şehir plancıları gibi meslek profesyonelleri tarafından geliştirilmemişti. Toplumun içinde bulunduğu çevre, ulaşabildiği yapı malzemesi, ve ihtiyaçları doğrultusunda doğrudan kendisinin geliştirdiği bir yapılaşma hali olan geleneksel mimari, bu anlamda özel bir yerde konumlanıyor. Bununla birlikte, yerel yapı ustalarının inşaat becerilerine ve geliştirdikleri bilgiye dayanan geleneksel mimari, 19. yüzyılın sonlarından beri pek çok profesyonel mimarın bu tarzı araştırması ile gerek biçimsel, gerek işlevsel olarak esinlendiği bir yapı kültürü olarak önem kazanıyor. Öte yandan geleneksel mimari, bir bölgedeki sık rastlanan yapı yapma biçimlerini tanımlamaya yararken sosyo – kültürel unsurlar hakkında da bilgi veriyor. Bu anlamda geleneksel mimari belirli bir toplumun o yöreye ait yaşam biçiminin mekansal bir karşılığı olarak okunabiliyor. Halkın doğa ile kurduğu ilişkinin uyumu ve çevresel koşullara karşılık ürettiği yapısal çözümler ile oluşan bu denge aslen geleneksel mimariyi geleceğe aktarıyor.

Geleneksel Mimarinin Ortak Özellikleri Nelerdir?

Profesyonel bir tasarımcının üretmediği geleneksel yapılaşmalar genel olarak birbirini tekrar eden bir tipolojiye sahip olabiliyor. Böyle bir yapılaşmada benzer mekansal çözümlerin uygulandığı göz önüne alınırsa “yeni” olanı arayan bir mimari tasarımdan ziyade daha önce olumlu sonuçların alındığı, denenmiş ve risksiz bir yapılaşma modeli oluşturuluyor. Buna bağlı olarak, estetik olarak iddialı olmaya çalışmayan geleneksel mimari çevresiyle, içinde yer aldığı ekosistemle, iklimle ve doğayla uyumlu bir yaşama biçimi gösteriyor. Bu özelliklerle birlikte, maliyet açısından da ekonomik ve uygulanabilir bir model sağlıyor.

Continue Reading

KAPI VE AÇILIMI

Mental ve fiziksel olarak hazırlıklı olmadığımız durumlarda su yüzüne çıkan savunma mekanizmamız kapı kavramıyla metaforize edilebilir. Âdemoğlu temel ihtiyaçlarını giderebildiği bir lokasyon keşfetmesi sonrasında özelini muhafaza etme ihtiyacı duymuştu. Bahsi geçen muhafaza kaygısını ilk duyan kavim ise Antik Mısırlılardı. Karnını doyurmak için ve veya ticaret için kullandığı tarım belki de kapının üretiminde başı çeken sebeplerdendi. Zira tarım neticesinde üretilen ürün belli bir süre bir yerde tutulmak zorundaydı, bu ürünlerin tamamı anında tüketilemediği için kapıya ihtiyaç duyulmuştu. Dolayısıyla o zamanki şartlar besini güvenceye almak gerektiğini insanlara düşündürmüş ve toplum tarafından bu yenilikte bir beis görülmemişti. Ayrıca Antik Mısır dönemindeki yazıtlarda kapıdan bahsedilir. Kutsal ve dini bir etken olarak görülür. Nitekim “İptidai şartlar yaratıcılığı kamçılar” sözü anlattıklarımıza cuk oturacak türde ve zamansız bir cümle olduğunu her fırsata gösteriyor. İhtiyaçların fazlalığı düşünmeyi ve yeni medeniyet kapıları açmayı sağlıyor diyebiliriz.

Continue Reading

YEDİ SANAT

Mağara toplumundan günümüz toplumuna ulaşan sınırlı kavramlardan ve çok boyutlu bir terapi olan sanatın başlıca kabul edilmiş ve sıralanmış alt dalları mevcut:

RESİM VE HEYKEL SANATI

Resim ve heykel sanatı bu dallardan ilkidir ve tabi bir sanattır, basit bir dal parçası bir mağara duvarını estetik harikasına çevirebilir, çevirmiştir de. İnsan ilk zamanlardan beri derdini bir şekilde anlatmak istemişti ve bir kaynak bulma ihtiyacına gitmişti, dolayısıyla mağaralara, etrafında gördüğü ve garibine giden figürleri aktarma, bir nevi kaydetme ihtiyacı hissetmiştir. Bu ihtiyaç hissine sahip olan bireylere halihazırda sanatçı diyoruz. Nice Van Goghlar Da vinciler bu sanat akımı olmasa tanıyamayacağımız sanatkârlardır. Heykel konusunda ise: natürel sanatların başında gelir. Taşın, çakılın birden fazla vasfı olduğunu gösterir bizlere, heykelcilik sanatı birazdan bahsedeceğim sanat dalları gibi saygınlığını, “yaşamak” saygınlığını yitirmeden yitireceğe benzemiyor.

MÜZİK

Çeşitli notaların senkronize şekilde uyumu insana ne denli maneviyat katar. Müzik kavramı hiç bitmeyen bir kitap gibidir, üretilecek yeni eser illa ki üretilir, sonu gelmez.

TİYATRO

İnsanı insana insanla insanca anlatmaya diyor tiyatroya, belli bir çoğunluk bu şekilde tanımlıyor. İnsanla en fazla bütünleşen sanat tiyatrodur. Özveri ister. “Bir Delinin Hatıra Defteri, Cimrisi, Hamlet’i,  Othello’su” evrensel nitelikte olan tiyatro eserleri arasındadır.

DANS

İnsanın içindeki dans tutkusu bulutlu günlerde ansızın ortaya çıkan güneşe benzer bir nevi, zira bu sanata gönül vermiş insanlar için dans, doğduğunu ve yaşadığını hissetmekten farksızdır.

Continue Reading